Dünya Kazan Ben Kepçe Dizisi’nin 30 Bölümü Peru-Titikaka Gölü ile sürüyor. İşte Olay Salcan’ın kaleminden Uros ve Taquila, Güneş adası ve muhteşem renkler, sesler, hayatlar.. Keyifli okumalar.
OLAY SALCAN- turizmhaberleri.com/ Ankara
DÜNYA KAZAN BEN KEPÇE DİZİSİ-30 BÖLÜM
TİTİKAKA GÖLÜ, PERU
Batı kıyısı Peru’ya, doğu kıyısı ise Bolivya’ya ait göl, 8.288 kilometrekarelik bir alanı kaplar. Deniz seviyesinden yüksekliği 3.810 metre olup 194 km uzunluğa ve 65 km genişliğe sahiptir. Titikaka Gölü, dünyada ticari gemilerin çalıştığı, en yüksek rakımlı göldür. Ortalama derinliği 140-180 m., en derin yeri de 280 m.dir Yirmi beşten fazla akarsu bu göle dökülüyor. İnka kültürünün izlerini barındıran Güneş Adası (Isla del Sol) dahil irili ufaklı birçok adacığı barındırır. Adalarda ve civarda yaşayan halk için gölde yapılan balıkçılık önemli bir geçim kaynağıdır.
Yeri gelmişken; gezerken nelerle karşılaşacağınızın güzel örneklerinden birisi, Titikaka gölü. Neden mi¿ İsrail’deki Lut Gölü, deniz seviyesinin 395 altında iken; Titikaka gölü, deniz seviyesinin 3.810 üstünde yer alıyor. Aralarındaki fark, 4205 m. Peki ne farkı varmış diye bir soru soracak gibisiniz. Cevabını yerinde gidip görmenin keyfine diyecek yok.
Gölün Peru tarafında Keçhualar, Bolivya tarafında ise Aymaralar, yaşamlarını geleneksel tarzlarında devam ettiriyorlar. Peru’da daha ağırlıklı olarak hissedilmesine rağmen Bolivya’da da turizm, ciddi bir gelir kaynağı olmuş. Bu da, yaşamlarını kaçınılmaz bir şekilde etkilemiş durumda. Geleneksel yapılarının turizm etkisi ile gittikçe bir gösteriye dönüştüğü belli olmakla birlikte tabiilik yine de ağır basıyor. Yakın bir zamanda bununda tamamen gösteriye dönüşmesinden endişeliyim. Bu doğallık bozulmadan bu ülkeleri gezmenin önemi büyük. Benden söylemesi.
Bu yazımda sizlere Titikaka gölünün Peru tarafındaki Uros ve Taquila adalarını ve Bolivya tarafındaki Güneş adasını anlatmaya çalışacağım.
UROS ADASI
Gölde bulunan 41 adanın 25’inde insanlar yaşıyor. Yaşam olan en ilginç ada, hiç şüphesiz Uros adası. Burada yaşayanlar, Uro kabilesi halkı. Eski dönemlerde savaşçı İnkalardan korunmak maksadıyla bu adayı yapmışlar. Dönemimizde kendilerine yapılan karada yerleşme tekliflerini kabul etmedikleri için geleneksel yaşantılarını hiç bozulmadan sürdürüyorlar. Bu adanın diğer adalardan farkı, tamamının totora denilen sazlardan yapılmış olması. Yani insan yapımı. Buraya Uros adası demekten daha çok Uros adaları demek daha doğru olur. Çünkü sorduğumuzda birbirinden ayrı 75 ada olduğunu söylediler. Bu sayı zamanla azalıyor ya da çoğalıyor.
Ayaklarımız ağırlığımız nedeni ile yumuşak saza gömülüyor ve ada da sallanıyor. Son derece farklı ve değişik bir duygu. İlk başlarda garip geliyor, ama sonra alışıyor insan. Bize adaları, evleri ve tekneleri nasıl yaptıklarını ve yaşamlarını anlatıyorlar. Sazların sık sık değişmesi gerekiyor. Bize son derece cazip ve eğlenceli gelen bu yaşam, ne kadar alışmış olsalar da onlar için de zor görünüyor. Gezilerim içerisinde gördüğüm en enteresan yerlerden birisi.
Taşımacılıkta kullanılan tekneleri, sazdan yapılmış ve görüntüsü de çok güzel. Katamaran gibi iki gövdesi var. İki gövdenin birleştiği bölgeye de yolcuların oturma yerleri konmuş. Tamamen insan gücü ile hareket ediyor. Bu teknelerden birisi ile yaptığımız gezintide etrafı daha iyi görme fırsatımız oluyor. Yerli halkın kendilerinin yaparak sattıkları geleneksel el sanatları, son derece kaliteli ve makul fiyatta.
Geleneklerine bağlı bir topluluk. Evlenmek isteyenler istedikleri zamanda evlenemiyorlar. Üç yıllık bir deneme sürecinden geçiriliyorlar. Başarılı olanların tamamı ayni gün, ada meydanında hep beraber evleniyorlar. Evlenme töreninde gelin kendi saçından ördüğü kuşağı damada hediye ediyor. Damat da deneme süreci olan 3 yıl içerisinde hiç kesmeden uzattığı saçından yaptığı şapkayı geline armağan olarak veriyor.
Bu adanın göze hoş ve değişik gelen en çarpıcı geleneği erkeklerin örgü örmeleri. Enteresan değil mi¿
Adada polis ve yargıç yok. Her pazar günü kasaba meydanında liderler ve anlaşmazlığı olanlar toplanıyor. Sorunlar kendi aralarında meydanda çözülüyor. Ayrıca adada taşıt ve yük hayvanı yok. Taşınacak eşyalar sırayla ada halkı tarafından taşınıyor.
Keçuva dili konuşulan adada organik tarım yapılmakta. Dışardan atanarak burada çalışan bir yönetici de yok. Ada halkı her yıl kasım ayında meydanda toplanıp ellerini kaldırarak ada yöneticilerini seçiyorlar. Tamamen kapalı bir toplum olarak geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir şekilde yaşamlarını sürdüren bu adadaki insan ve doğa beraberliğinin uyumu müthiş.
Çünkü bu yazımın konusu, Titikaka gölü idi. Ada da bu gölün içinde bulunuyordu. Güneş adasını ayrı bir yazının içinde anlatırsam gölün bütünlüğünü de bozmuş olurum diye düşündüm. Öyle ya da nerede olması çok önemli değil. Bence bu ada hakkında da sizlere bilgi vermek önemli. Ada, İnka medeniyeti açısından önem arz ediyor. Çünkü efsaneye göre İnka medeniyeti bu adada oluşuyor.
Diğer bir efsaneye göre, İnka mitolojisinde yerin altı, yerin üstü ve gökler olmak üzere üç katman vardır. Güneş tanrısının çocuklarından Manco Capac ve kardeşi Mama Ocllo yerin altındaki bu gizli şehirden çıkıp Titicaca gölünün içindeki güneş adasına ayak basarlar ve böylece güneşin çocukları İnka’lar dünyasına girmiş olurlar.
Sazdan yapılmış tekneler ile adaya ulaştığımızda bizi tepeye dik bir şekilde tırmanan çok sayıda merdiven karşılıyor. Burada dikkat edilecek en önemli konu hiç şüphesiz nefes darlığına meydan vermemek. Ancak artık biliyoruz. Acele etmek yok. Dinlene dinlene yukarı çıkacağız. Görülecekler orada.
Bilemediğimiz ve anlayamadığımız töreni tamamlıyor. Ayinin sonunda kötü ruhların yok edildiği ve korunduğumuz söyleniyor. Benim bu ayinden aklımda kalan, denizin maviliği ve Şaman rahibin kırmızı elbiselerinin birlikte ortaya koyduğu kontrast içindeki görüntü.
Daha sonra İnka ve Aymara medeniyetlerinden örneklerin sergilendiği küçük ama çok şirin bir müzeyi ziyaret ediyoruz. Aymara kültüründeki ölüm sonrası yaşama inançtan dolayı ölülerini ana rahmi pozisyonunda mumyaladıklarına şahit oluyoruz. Müzede bazı kafatasları görüyoruz. Enteresan olan bu kafataslarının sıkıştırılarak deformasyona uğramış olmaları. İnkalarda uzun, yassı kafalar asalet sembolü. Bu nedenle de çocukların kafaları, doğumlarıyla beraber deformasyon işlemine tabi tutuluyor. Gerek ana rahmi pozisyonu ve gerek ise kafa deformasyon işlemine eski Anadolu medeniyetlerinde de rastlanması sadece bir rastlantı mıdır¿ Ne dersiniz¿
Bir sonraki yazımda buluşmak üzere hoşça kalınız. Saygılarımla.
olay.salcan@gmail.com
www.olaysalcan.com
2016-02-23
Haber Arşivi
Turizm Haberleri
YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)